Deprem Kaynaklı Tazminat Davaları (İçtihat derlemesi)

06.02.2024

İhtiyaç duyan tüm hukukçulara ve mağdur vatandaşlara katkı amacıyla Yeniocak Sözleşme Akademisi tarafından hazırlanmıştır.

 

Uyuşmazlık Mahkemesi Kararı - 12.11.2001, 87/94

Olayda, davacı vekilince ileri sürülen hususlara göre, davanın Halıdere Belediye Başkanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yönünden hizmet kusuru esasına dayanılarak açıldığı anlaşılmakta olup; kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının idare hukuku ilkelerine göre saptanması gerekmektedir.

Bu durumda, davanın Halıdere Belediye Başkanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı aleyhine açılan kısmının, 2577 sayılı Yasa'nın 2/1-b. maddesinde yer alan tam yargı davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olduğu açıktır.

Belirtilen nedenlerle, Danıştay Başsavcısının başvurusunun kabulü ile davanın Halıdere Belediye Başkanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı aleyhine açılan kısmı yönünden Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen görevlilik kararının kaldırılması gerekmektedir.

 

Danıştay Kararları

 

§  Danıştay İDDK, 17.01.1997, 1995/752 E., 1997/57 K.

Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden, ... Devlet Güvenlik Mahkemesi üyesi olarak görev yapan davacının 13.3.1992 günü ... İlinde meydana gelen deprem nedeni ile oturmakta olduğu Devlet Güvenlik Mahkemesi lojman binasının tamamen yıkıldığı, tüm ev eşyalarının ve özel arabasının enkaz altında kaldığı gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat istemi ile bu davayı açtığı; idare mahkemesince, hasar gören binaların durumunu incelemek üzere Yapı İşleri Genel Müdürlüğünün 16.3.1992 günlü 1975 sayılı yazıları ile kurulan bilirkişi kurulunca mahallinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen teknik raporda, binanın tamamen yıkılarak boş olan ve garaj olarak kullanılan zemin kata yığıldığı, bina kalıntılarında yapılan incelemede 1.derecede deprem bölgesi için gerek kolon kesiklerinin gerekse donatıların beton kalitesi ile birlikte yetersiz olduğu sonucuna ulaşıldığı, idare tarafından gönderilen işlem dosyasında ise lojmanın 14.6.1984 tarihinden özel bir şahıstan hiç bir teknik inceleme yapılmadan satın alındığının anlaşılması karşısında, birinci derecede deprem bölgesi olan ... İlinde gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan söz konusu binanın satın alınmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğunun anlaşılması nedeniyle davacıya 217.000.000.- lira maddi ve 5.000.000.-lira manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, mahkemenin, maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ve kısmen reddine ilişkin temyize konu kararının usul ve hukuka uygun olduğu anlaşılmaktadır.

 

§  Danıştay 6. Dairesi, 15.01.2009, 2007/8471 E., 2009/292 K.

Olayda, alanın yapılaşmaya açılmasına esas olan yer seçimi ilkeleri yönünden gerek zeminin niteliklerine uygun olmayan şekilde planlama yoluyla yapılaşmaya açılması ve bu zemine uygun yapılaşmanın öngörülmemesi nedenleriyle davalı belediyenin yanısıra Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın yetki genişliği ilkesine göre yerinden yönetim birimi olan davalı Valiliğin sorumluluğu bulunmaktadır.

Bu durumda, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın (taşra örgütü olarak Valiliğin) gerek planlamaya, gerek deprem afetinden korunmaya dönük görevleri, olayda yapının müteahhidi ile yapı ve yapıya ilişkin projeler nedeniyle fenni mesuliyet üstlenen kişilerin taşıdığı hukuki sorumlulukları, bu idare ve kişiler yönünden, üstlendikleri görevler ve yapılaşma sürecindeki katkıları itibariyle bu yönlerden İdare Mahkemesince bir irdeleme yapılmadan, hukuki sorumluluğun dolayısıyla hizmet kusurunun tümünün davalı belediyeye ait olduğu yolunda verilen temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.

 

·      Danıştay 6. Dairesi, 09.01.2009, 2006/4922 E., 2009/36 K.

Davacılara ait deprem sonucu yıkılan yapının Adapazarı Ovasında yer aldığı, bu Ovanın bilimsel raporlarda alüvyon, düzensiz kil, silt, kum ve çakıl tabakalardan oluştuğu, Kuzey Anadolu Fay hattı ve kollarının şehir merkezinin güneyinden geçtiği, bu yörenin deprem yönünden Türkiye'nin en riskli ve depremselliği bilinen bölgelerinden biri olarak 1.derece deprem bölgesi olarak belirlendiği, zemin suyunun yüzeye çok yakın olduğundan deprem etkisini katlayarak artırdığının ifade edildiği, deprem açısından yöredeki bu kaçınılmazlık, idarelerin üzerine düşen görevleri yerine getirmeleri açısından daha özenli hareket etmeleri gerekliliğini doğurmakta olup, bu özene karşın doğacak zararın ancak karşı konulamazlık kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacılar tarafından deprem sonucu yapının yıkılmasının deprem bölgesinde yanlış "yer seçimi" kararları ile bu kararlar sonucu seçilen yerde hatalı imalattan kaynaklandığı, davalı idarelerin yürütmekle yükümlü oldukları hizmeti kusurlu şekilde işlettiklerinin öne sürülmesi ve yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davalı idarelerin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirip getirmediği, getirmedi ise zararın oluşmasında kusurunun yapı müteahhidine yüklenenin dışında hangi oranda olduğunun gerekirse dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak yeniden karar verilmesi gerekmektedir.

 

·      Danıştay 6. Dairesi, 09.01.2009, 2007/5721 E., 2009/33 K.

Mahkemenin kararı: «…uyuşmazlık konusu parseldeki yapının inşaasının gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan mevzuata göre yapı ruhsatının verilmesi, inşaatın her aşamasında gerekli denetimlerin yapılması ve inşaat bittikten sonra yapı kullanma izin belgesinin düzenlenmesinin belediyenin yetki ve görevleri arasında olduğu, deprem sonucu yıkılan yapı hakkında 1988 yılında belediye encümeni tarafından alınan yıkım kararının uygulanmadığı göz önüne alındığında, yapı için davalı idare tarafından yapı ruhsatı düzenlenmesi nedeniyle davalı belediyenin %50 oranında kusurunun bulunduğu, yapının yapı kullanma izin belgesi bulunmaması nedeniyle davacının %50 oranında kusurlu olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle, kusur oranına göre davalı idare tarafından davacının 3.785,31 YTL maddi zararının yarısı olan 1.892,66 YTL ile davacının sahip olduğu konutun meydana gelen deprem sonucu yıkılması ile kızının vefat etmesi nedeniyle duyulan ağır elem ve üzüntünün karşılığı olarak takdiren 7.500,00 YTL manevi olmak üzere toplam 9.392,66 YTL tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin tazminat istemi yönünden ise davanın reddine karar verilmiş; bu karar taraflarca temyiz edilmiştir.»

Danıştay Savcısının Mütalaası: «Türkiye gibi birinci derecede deprem bölgesinde bulunan ve sık sık depremlerin olduğu ve gelecekte de olacağı bilinen bir ülkede, deprem nedeniyle ortaya çıkan zararda geçmiş yıllarda 6785 sayılı Kanuna göre imar planlarını onayan, imar planında yapılaşma şartları belirlenirken bölgenin özelliklerini dikkate almayan, zararın vuku bulduğu Yalova Bölgesinde önceden gerekli araştırmaları yapmayan, yapı ruhsatı verilen yapıların depreme dayanıklı, deprem koşullarına uygun bir şekilde mevzuata ve projelerine uygun olarak yapılıp yapılamadığını denetlemeyen idarelerin kusurlarını belirlenmesi, daha sonra eğer projesi fen kurallarına uygun ise bu projenin uygulanıp uygulanmadığı, yani imalatında hata ve sorun olup olmadığının müteahhidin ve fenni sorumlunun sorumlu olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.»

Danıştay’ın kararı: «Tazminat isteminin kısmen kabulü ile davanın kısmen yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize konu Bursa 2. İdare Mahkemesinin 21.05.2007 günlü, E:2004/1292, K:2007/975 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemleri yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının ONANMASINA, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 09.01.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.»

 

·      Danıştay İDDK, 17.12.2009, 2008/11 E., 2009/3108 K.

Depremin, "önlenemez" ve "öngörülemez" olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru gözönünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir. Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz edilemeyeceği de kuşkusuzdur.

Somut olayın irdelenmesine geçmeden önce, zarar görenin eyleminin zararın doğmasında başlıca etken olduğu hallerde idarenin sorumluluktan kurtulacağının da belirtilmesi zorunlu görülmüştür.

…ruhsata aykırı olarak bodrum katın zemin kat olarak inşa edildiği ve inşaatın B+2+4 kat olması gerekirken 2+5 kat olarak bitirildiği, yapı ruhsatına uymamanın blokların zarar görmesinde başlıca etken olduğu, dava konusu yerle ilgili olarak projeye uygun inşaat yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla inşaatın devamı esnasında TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ile Mudanya Belediye Başkanlığı arasında yapılan yazışmalar sonucunda, anılan Odanın Belediye Başkanlığına muhatap 5.5.1995 günlü, 522 sayılı yazısı ile, konuyla ilgili bilirkişi incelemesi sonucunda, inşaatın onaylı projesine uygun yapıldığı, bu bakımdan inşaatın devamı yönünde görüş bildirildiği, inşaatın daha sonra ruhsatına aykırı olarak tamamlandığı, henüz iskan edilmeden deprem sonucunda zarar oluştuğu anlaşılmaktadır.

Olayda, davalı idarenin zararı ağırlaştırıcı bir işlem ve eyleminin bulunmadığı, inşaat sahiplerinin eyleminin sonucunda zararda artış meydana geldiği, bu durumda idarece tazmini gereken maddi ve manevi bir zararın bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, deprem sonucunda oluşan bireysel zararlardan dolayı davalı idareleri kusursuz sorumluluk esaslarına göre tazminle sorumlu tutmaya da hukuken olanak bulunmamaktadır. Zira, bireysel olmayan o bölgede yaşayan için genel nitelikte olan deprem gibi doğal afetlerden doğan zararlar ilgili mevzuatı çerçevesinde devletçe ödenmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Bursa 2. İdare Mahkemesince verilen 25.10.2007 günlü, E:2007/1715, K:2007/2183 sayılı kararın Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri Müşterek Kurulu'nca verilen karar doğrultusunda bozulmasına, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, 17.12.2009 gününde esasta ve gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.

Danıştay 11. Dairesi, 29.06.2007, 2005/1353 E., 2007/6248

Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin "olumsuz eyleminin" bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depremin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.

 

Yargıtay Kararları

 

§  Yargıtay 3. HD, 22.10.2018, 2016/22198 E. 2018/10352 K.

Davacı, 23/10/2011 tarihinde Erciş'de meydana gelen deprem nedeniyle kiracı olarak yaşamakta oldukları binanın gerek ayıplı inşa, gerekse bakım eksikliği nedeniyle yıkıldığını, davalının binanın maliki olduğunu, konuya ilişkin soruşturmanın Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sürdürüldüğünü, evin tamamen yıkılması nedeniyle ev eşyalarının kullanılamayacak duruma geldiğini, dilekçede saydığı eşyalar ile ilgili zararının yaklaşık olarak 30.000,00 TL olduğunu, ayrıca eşi ve iki çocuğunun da evin enkazı altında kalarak hayatlarını kaybettiklerini ileri sürerek, ev eşyaları bakımından fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 15.000 TL, destekten yoksun kalma tazminatı ile cenaze vb. masrafları için şimdilik 100.000 TL maddi ve 275.000 TL (fazlaya ilişkin haklarının saklı tutularak,) manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile hükmedilecek tazminata 23/10/2011 tarihinden itibaren faiz yürütülmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, deprem mücbir sebep olduğundan illiyet bağının kesildiğini, kendisine sorumluluk yüklenemeyeceğini, bina ile ilgili tüm tedbirleri aldığını, davacının binadaki yapım bozukluğu ve bakım eksikliğini ispat yükü altında olduğunu, ev eşya zararının somutlaştırılması gerektiğini, yine eşyaların ikinci el olduğunun da gözetilmesi gerektiğini, davacının eşi ve çocuklarının deprem nedeniyle değil, sobadan çıkan yangın neticesinde vefat ettiklerini, illiyet bağının kesildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Bununla birlikte depremde zarar gören ev eşyalarına ilişkin zarar miktarı belirlenirken, bu hususta tanıkların bilgilerine yeteri kadar başvurulmamış, davaya konu edilen eşyaların satış ve ikinci el bedelleri araştırılmamış, bir açıklama yapılmaksızın bazı değerler tespit edilmiş ve eşyaların değer konusu netleştirilmemiştir. Mahkemece yalnızca Van Ticaret ve Sanayi Odası'ndan gelen yazı cevabıyla bildirilen, olağan bir evde (aile evinde) bulunması gereken eşya bedellerine ilişkin yazı içeriği değerlendirilmek suretiyle, tahmini verilere dayalı olarak davacının eşya zararına ilişkin tazminat talebinin tümden kabulüne karar verilmiştir.

O halde mahkemece, davacının davaya konu ettiği ev eşyalarının neler olduğu, niteliği ve değerleri belirlendikten sonra yıpranma payı da düşülerek davacının uğradığı gerçek zararın belirlenmesi, diğer taraftan depremin niteliği ve yıkıcı etkisi gözetildiğinde, enkaz altında kalan eşyaların zararının tam (net) olarak tespit edilemeyeceği de gözetildiğinde, dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 42. ve 43. (6098 sayılı TBK'nun 50 ve 51.) maddeleri uyarınca talep edilen miktardan uygun bir indirim yapılması gerekip gerekmediği de değerlendirilmek (tartışılmak) suretiyle uygun bir tazminata hükmedilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

 

§  Yargıtay 6. HD, 15.06.2015, 4080/5930

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK'nun sulh hukuk mahkemelerinin görevini düzenleyen 4. maddesinin 1 / a bendi gereğince kiralanan taşınmazların İcra ve İflas Kanunu'na göre ilamsız icra yolu ile tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dahil tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davalar sulh hukuk mahkemesinin görevine girmektedir. Mülga 1086 Sayılı HMUK'dan farklı olarak bu düzenlemede miktar ayırımı yapılmaksızın tahliye, alacak, tazminat, kiracılık sıfatının tespiti gibi tüm kira ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüm yeri sulh hukuk mahkemesi olarak gösterilmiştir.

Dava, kiralanan taşınmazın yıkılması nedeniyle uğranılan zarar ve kar kaybı ile manevi tazminat istemine ilişkindir. Taraflar arasında kira ilişkisi bulunmaktadır. Mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde görev yönünden davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

 

§  Yargıtay 20. HD, 10.04.2015, 1252/2911

Somut olayda, uyuşmazlık, davalının malik olduğu taşınmazda kiracı olduğunu belirten davacının, 2011 yılında meydana gelen Van-Erciş depreminde binanın tamamen yıkılması nedeniyle ev eşyalarının kullanılamaz hale geldiği iddiasıyla tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamından ana taşınmazda davacının ikamet ettiği konutun bulunduğu ve binanın deprem sırasında tamamen yıkıldığı anlaşılmaktadır. Somut olayda inşaatı yapan ve kiralayan sıfatlarının davalı üzerinde birleşmiş olması karşısında sorunun kira ilişkisinden kaynaklandığından söz edilmez. Bu halde, uyuşmazlığın Borçlar Kanununda düzenlenen genel hükümler çerçevesinde asliye hukuk mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir.

 

§  Yargıtay 17. HD, 24.01.2019, 2016/1286 E., 2019/651 K.

Davacı vekili, müvekkiline ait konutun meydana gelen depremde hasarlandığını açıklayıp tazminat talebinde bulunmuş, davalı vekilince ileri sürülen zamanaşımı defi mahkemece kabul edilerek rizikonun 09.11.2011 tarihinde gerçekleştiği, sigorta alacağının 24.11.2011 tarihinde muaccel hale geldiği, zamanaşımı süresinin 24.11.2013 tarihinde dolduğu, eldeki dosyada davanın 28.03.2014 tarihinde açıldığı, birleştirilen dosyada davaların 28.03.2014 ve 31.03.2014 tarihlerinde açıldığı, açılan davalar için 2 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesi ile asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmiştir.

Zorunlu deprem sigortası genel şartlarının C.7. maddesinde; sigorta sözleşmesinden doğan bütün taleplerin sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir.

Davaya konu poliçenin incelenmesinde; poliçenin başlangıç tarihinin 01.04.2011, bitiş tarihinin 01.04.2012 olduğu, taraflar arasındaki sigorta sözleşmenin 01.04.2012 tarihinde sona erdiği anlaşılmaktadır. Eldeki asıl davanın açılış tarihi 28.03.2014 olup, asıl davanın sözleşmemin sona erme tarihi olan 01.04.2012 tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresi dolmadan açıldığı anlaşılmakla mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar vermek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

 

§  Yargıtay 13. HD, 24.02.2011, 2010/11775 E., 2011/2707 K.

Davacı, maliki bulunduğu taşınmazının 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkıldığını ve kullanılmaz hale geldiğini, aynı binada oturanların Yalova Asliye Hukuk Mahkemesinden aldıkları raporda müteahhidin gayrimenkulü kendisine düşen yasal zorunlulukları yerine getirmeden yasa ve yönetmeliklere aykırı olarak inşa ettiğini, bu sebeple binanın depremin etkisi ile yıkıldığını, ileri sürerek yıkılan ev nedeniyle 30.000.00 TL maddi, tazminatın deprem tarihinden itibaren en yüksek reeskont faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

… Arsa payı tapusu davacı üzerinde kaldığı için hesaplama yapılırken arsa payı hariç olarak serbest piyasa rayici bulunmalıdır. Alınan bilirkişi raporunda hesaplamaya arsa payının dahil olup olmadığı hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Mahkemece arsa payı hariç taşınmazın serbest piyasa rayicinin hesaplanması konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

 

§  Yargıtay 20. HD, 29.06.2015, 1762/6557

Somut olayda, uyuşmazlık, davalının malik olduğu taşınmazda kiracı olduğunu belirten davacının, 2011 yılında meydana gelen ...-..... depreminde binanın tamamen yıkılması nedeniyle ev eşyalarının kullanılamaz hale geldiği ve yaralanma iddialarına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamından ana taşınmazda davacının ikamet ettiği konutun bulunduğu ve binanın deprem sırasında tamamen yıkıldığı anlaşılmaktadır. Somut olayda inşaatı yapan ve kiralayan sıfatlarının davalı üzerinde birleşmiş olması karşısında sorunun kira ilişkisinden kaynaklandığından söz edilmez. Bu halde, uyuşmazlığın Borçlar Kanununda düzenlenen genel hükümler çerçevesinde asliye hukuk mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir.

 

§  Yargıtay 17. HD, 06.05.2019, 2016/3780 E., 2019/5480 K.

Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları'nın zamanaşımını düzenleyen C.7. maddesinde "sigorta sözleşmesinden doğan bütün talepler, sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda zaman aşımına uğrar" düzenlemesi yapılmıştır. Davacının talebinin, mal sigortalarının bir türü olan zorunlu deprem sigorta poliçesine dayandığı; mal sigortaları bakımından, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 1268. maddesinde 2 yıllık zamanaşımı süresi benimsenmiş olmakla birlikte, sigortanın özel bir türü olan zorunlu deprem sigortası bakımından özel zamanaşımı süresi belirlendiğinden, ZDSGŞ'nın C.7. maddesindeki zamanaşımı hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerektiği açıktır.

Açıklanan hukuki ve maddi vakıalar karşısında mahkemece; davacıya ait iki ayrı konut için, 01.11.2011 tanzim tarihli ve 01.11.2011- 01.11.2012 vadeli poliçelerin düzenlendiği; sigorta süresinin sonu olan 01.11.2012 tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresi içinde (01.11.2014 tarihine kadar) davacının poliçelere dayalı tazminat talep hakkının bulunduğu; asıl ve birleşen davaların 19.06.2014 tarihinde (zamanaşımı süresi dolmadan) açıldığı gözetilmek suretiyle, işin esası incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve hatalı gerekçeyle, yazılı biçimde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

 

§  Yargıtay 17. HD, 16.11.2017, 2016/7637 E., 2017/10624 K.

Dava, zorunlu deprem sigortasından kaynaklanan tazminat isteminden ibarettir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda betonarme binanın zemin katında bulunan dükkan ve meskenin hasarlandığını, güçlendirme imalatlarının tamamlandığını ve projeye uyulduğunu güçlendirme bedeline ilişkin fatura bulunmadığından piyasa araştırmasına göre bedelin hesaplandığını belirtmiştir.

... poliçesindeki deprem rizikosunun amacı deprem nedeniyle meydana gelen hasarın giderilmesi olup, sigortalı işyeri ya da konutta deprem nedeni ile meydana gelen hasar dışında sigortalı binanın eskimesine bağlı olarak güçlendirilmesi ya da yenilenmesi değildir. O halde mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporunda binada deprem nedeni ile meydana gelen gerçek zararın belirlenmesi gerekirken binanın deprem yönetmeliğine uygun hale getirilmesi için gerekli olan güçlendirme bedellerinin de zarara dahil edilerek hesaplayan, davalıya ödendiği sabit olunan bedelin de gerçek zarar miktarından mahsup etmeyen hatalı bilirkişi raporuna dayalı olarak hüküm kurulması isabetli değildir.

 

§  Yargıtay 13. HD, 29.05.2017, 2015/37825 E., 2017/6562 K.

Davacı, kendisine ait taşınmazın daha öncesinde davalı bankaca zorunlu deprem sigortasının yaptırıldığını ancak süresi bittiği halde yenilenmediğini ve herhangi bir bildirimde bulunulmadığını bu sebeple meydana gelen depremde taşınmazının hasar gördüğünü beyan ederek maddi tazminat talep etmiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Davanın reddine karar verildiğine göre bu davada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı yararına karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince, maktu vekalet ücretine karar verilmelidir. Mahkemece, davalı yararına vekalet ücreti takdir edilmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden davalı lehine 750,00 TL maktu vekalet ücretinin takdiri şeklinde, hükmün HUMK'nun 438/7 maddesi gereğince düzeltilerek onanması gerekir.

 

§  Yargıtay 13. HD, 16.09.2014, 24366/27187

Davacı, davalı bankanın Van şubesinden bireysel kredi kullandığını bu nedenle konutuna ipotek tesis edilmiş olduğu, ipotekli konutu ile ilgili olarak adı geçen banka tarafından yaptırılması zorunlu olan dask sigortasının davalı sigorta şirketi tarafından yapıldıktan sonra süresinin bittiği halde davalı tarafından usule ve yasaya uygun şekilde yenilenmesinin sağlanmadığını ve Van ilinde meydana gelen depremler sebebiyle oluşan zararını DASK kapsamında alamadığını belirterek oluşan zararın karşılığı olarak fazlaya ilişkin talep ve dava haklarının saklı kalmak kaydı ile şimdilik 5.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatının deprem tarihi olan 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir

Taraflar arasındaki uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığına göre davaya bakmaya Tüketici Mahkemesi görevlidir.

 

§  Yargıtay 4. HD, 15.02.2005, 2004/7718 E. 2005/1296 K.

Uyuşmazlık, zamanaşımının başlangıç tarihi ile ilgilidir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı binanın tamamlanıp teslim edildiği tarihten mi, yoksa zararın meydana geldiği tarihten itibaren mi başlayacağı konusundadır. Bir kimsenin ödence isteminde bulunabilmesi için öncelikle bir zararın olması ilk koşuldur. Çünkü davanın hukuki nedeni ödence olunca öncelikle bunun varve miktarının da belli veya belirlenebilir olması gerekir. Öte yandan ve en önemli koşul, bu zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma da gelmesidir. Davaya konu edilen olayda olduğu gibi, davalının hukuka aykırı eylemi, yapının yapıldığı tarihte gerçekleşmiştir. Ancak o tarihte davacının eldeki davaya konu ettiği tür ve kapsamda bir zararı doğmamıştır. Böyle bir zarar olmayınca, davacının eldeki gibi böyle bir dava açma olanağı da bulunamayacağı doğaldır. Zamanaşımı, harekete geçememek durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Davaya konu edilen olaydaki deprem, yani zarar doğurucu sonuç 17.8.1999 günü meydana gelmiş olup, eldeki iş bu dava ise 31.1.2000 günü yani bir yıllık süre içinde açılmıştır. Bu süre, BK.nun 60. maddesinde öngörülen bir yıllık süreye uygun düşmektedir.

 

§  Yargıtay HGK, 10.03.2010, 111/137

Özetlemek gerekirse: B.K. nun 60. maddesi, gerek bir ve gerekse 10 yıllık sürelerin başlayabilmesini, bir zarara neden olmuş, dolayısıyla haksız fiil olarak varlık kazanmış bir fiilin varlığına bağlamaktadır. Dolayısıyla, neden olduğu zarar henüz gerçekleşmemiş bir fiilin salt işlenmiş olması, anılan sürelerin başlaması için yeterli değildir.

 

§  Yargıtay 3. HD, 22.10.2018, 2016/16210 E., 2018/10351 K.

Eldeki davada uyuşmazlık, davacıların yakını …’ın nerede öldüğünün açık ve net bir şekilde belirlenmesi noktasında toplanmaktadır. Bu noktada ise, müteveffa …’ın hangi bina altında kalarak öldüğü maddi olgu olup, yukarıda bahsi geçen Erciş Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/108 Esas sayılı dava dosyasında verilen kararın bu davayı söz konusu maddi olgu yönünden etkileyeceği kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca mahkemece, yukarıdaki açıklamalara binaen Erciş Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/108 Esas sayılı dava dosyasının kesinleşmesinin bekletici mesele yapılması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Hits: 2042
Paylaş